26 Aralık 2010 Pazar

Mekan / Teabeak Karaoke&Restaurant - İstanbul'da Kore tarzı karaoke. A-ja!





Malumunuz Kore'de savaş çıksa cepheye gidebilecek kadar çok seviyorum orayı.
Hayatımın her bir şeyini onlara uyarlamaya çalışıyorum.

Ve hayatımdaki gollerden biri de, Kore tarzı bir karaoke şeysinde K-pop söylemek.

Doğum günümde bunu az buçuk başardım.

Taksim'de bulunan Taebaek Karaoke bar'da SHINee söyledim.
Evet yaptım.

Olayın eksik tarafı şarkı sözlerinin Hangul ile yazılmış olması. Ama benim artı tarafım ise Hangul'ın benim 2. alfabem olması.

Baştan aşağıya incelemek gerekirse;

Kore'de olduğu gibi odalarda coşuyoruz, çoştuk.

İstediğiniz yemeği, içkiyi satın alabiliyorsunuz ama çok pahalı.
Bu yüzden kendi abur-cuburumuzu kendimiz getirdik, çantada soktuk.
Kimse sizi odada bulunduğunuz süre zarfında rahatsız etmediği için freş.

3 kişi idik, size en küçük odayı verelim dediler, oda bizim salonun yarısı. Çok büyüktü. Rahatça dans edip zıplayabiliyorsunuz.

Türkçe, İngilizce ve Korece olmak üzere 3 tane kitap şeklinde kalın şarkı listeleri var.
Güzel şarkılar var.

Karaokenin sound'u gerçekten takdire şayandı, çünkü belli belirsiz bir melodi yok.
Şarkının gerçek enstrümental hali karşınızda.


Benim gibi Korece söylemek isteyen arkadaşlarıma bir kaç tavsiye;
Eğer Hangul bilmiyorsanız başınız dertte. Sadece ezberden söylersiniz sanırsam. Çünkü ekrandaki lirikler Hangul ile yazılmış.

Korece şarkıları seçebileceğiniz o liste de Korece. Bu yüzden Hangul bilmiyorsanız, size tavsiyem çok sevdiğiniz ve söylemek istediğiniz şarkıların,
yılını, Korece adını ve grubun/şarkıcının Korece adını bir kağıda yazın.
Daha sonra listeden bakıp seçin.

Ben bazı grupların (SNSD, Shinee, Big Bang, Super Junior gibi) şarkılarını kalem ile işaretledim, kolay bulabilirsiniz.
Aa! Çaktırmayın.

Tüm bu herşey güzel harika ama bir eksik taraf var;
bazı şarkılar listelerde kayıtlı olduğu halde makinelerda yok!

Örneğin, bir ELF olarak SuJu'dan Sorry Sorry açtım, söyleyip dansını yapacağım, heyecanlıyım.
Dırın! Yok makinede.

Ben koyu bir Shawol'ım. Gaza geldim, Ring Ding Dong söyleyip Butterfly yapacağım ama o da yok.

Bazı şarkılar, listelerde kayıtlı ama makinelerde yok.
Çok büyük bir eksiklik inanın bana.
Ama makineleri güncelleyip düzeltiyorlar.

Ha bir de, hayal kırıklığına uğramamanız için belirteyim; çok yeni şarkıları bulamazsınız.


Şimdi fiyata geçelim,
3 saat 20 lira. İsterseniz bizim gibi 3 kişi olun, isterseniz 6 kişi. 20 lira.

Yerini tarif edelim,
Taksim metrosunu Talimhane çıkışının hemen solunda. Bir 1.5 metre solunda. Hemen solda!
Meydandan gelmek isteyenler için,
Harbiye'ye giden caddenin sol tarafında bulunan Lamartin caddesinin hemen yanındaki sokak.


Bu barın üst katı restaurant olduğunu için çıkışında bir kaç bir şey yiyebilirsiniz.
Ama gerçekten ama gerçekten çok pahalı.
Ramyeon 15 lira bir şey idi ve kış olduğu için yapmıyorlardı.
Bibimbap 30 lira gibi bir şeydi.

Onun yerine Key(KimKiBeom)'in her öğle arasında yediği gibi Burger King'den yiyin siz de.

İstanbul'da Kore'yi yaşamak isteyenler için harika bir yer kısaca.


Mekanın kendi sitesine ulaşmak için buraya tıklayın.

Size fotoğraflar ile gelemediğim için üzgünüm, eğlenmek ile meşguldüm.
Ama Celine Dion'dan My Heart will go on şarkısını malca söyleyen kızın parodisini yaptığım bir video ile geldim.

Umarım eğlenirsiniz;







Müzik / The Good Naured - Be My Animal



The Good Natured.


Kendilerinden daha geçen gün haberdar olmama rağmen bir anda vazgeçilmezlerim arasına girmeyi başardılar.

İngiltere'nin ünlü müzik türü elektro-pop'u başarıyla icra ediyorlar.

Kendileri hakkında fazla bilgi sahibi olmayışımı affedin ama burada şarkı için bulunuyoruz.

Be My Animal.

Az malzeme ile nasıl mükemmel olunur?
İşte kanıt. Az kişi, az sound, az lirik... Yine muhteşemiz.


MV'yi izledikten sonra bir daha izledim, bir daha dinledim.
Ne kadar kuzey London ezgilerini hissetseniz de, hemen sizi sarıyor.


Şöyle bir bakabiliriz;







Şarkı sözlerini ise şöyle takip edebiliriz;


Be My Animal by The Good Natured
-------------------------------------

I am searching for you
I'm following
Footprints, the scent of you
I'm back again
I want some more
Give me some more
What are we made for?
(Oh) Be my animal hunt me down
(Oh) Take me now
All the way to the ground
(Oh) Be my animal kill me now
You dig your claws into me
Can't get enough
Sinking my teeth into you

It's not enough



Grubun kendi blog sayfasına ulaşmak için buraya tıklayın.
Grubun official Myspace sayfasına ulaşmak için buraya tıklayın.



Duyduğum kadarıyla solist 19 yaşındaymış.
Yine de muhteşem bir sesi var ve kullanmayı biliyor.


Kısaca,
be my animal hunt me down.


16 Kasım 2010 Salı

Müzik / Athena - Gönlüm Arsız


Arsız Gönül.
Athena'nın Pis adlı albümünden klip çektiği ikinci parça.

Serseri Mayın kadar, hayır ondan daha güzel bir şarkı. Tam Athena. Eski dönemlerini hissetmemek mümkün değil.

Klibinde ise, Erol Günaydın ve Erkan Can'ın oyunculuklarını görebiliriz.
Özellikle açılışında Erol Günaydın'ın şarkı söylemesi.




İzlenmeyi hak eden bir klip.
Dinlenmeyi hak eden bir şarkı.

Klipten biraz sneak peak;



Şarkı sözlerine ulaşmak için buraya tıklayınız.


Klibi izlemek için;





"Ben mesela uçarım mesela..."

Film / Scott Pilgrim vs. The World (2010) - A Movie for Geeks



Scott Pilgrim.

Edgar Write'ın yönettiği Micheal Cera'nın başrolünde oynadığı, aynı adlı çizgi romandan uyarlanan çok şeker bir komedi filmi.
Yani genre'sini hal eden gerçek bir komedi.

Scott Pilgrim adında sıradan bir gencin, Ramona Flowers'a aşık olmasıyla başlıyor olay.
Ramona Flowers başka bir boyuttanmış gibi güzeldir. Saçlarının rengini 1.5 haftada bir değiştirir, Amazon'da kurye olarak çalışır, ah bir de
SÜPER GÜÇLERE SAHİP 7 ŞEYTANİ ESKİ SEVGİLİYE sahiptir.


- Seven Evil Exes -


Scott, Ramona'ya yaklaşmaya çalışır, birlikte olmaya başlarlar ama evrenin bir şartı vardır, Scott'ın Exes Leauge'i yenmesi gerekir.


- Güzeller güzeli Ramona -

Böylece macera başlar.

Atari oyunu gibi efektlere sahip filmi, çizgi-roman okur gibi izliyorsunuz. İnanın bana.



Yani film boyunca, "olm wtf? what's wrong with these guys?" falan oldum.

Uzun zamandır izlediğim en eğlenceli filmlerden biriydi.

Bonus;


- Atarlı girlfriend Ramona -



Trailer'ı;




Filmin official sitesine ulaşmak için buraya tıklayın.
Filmin IMDb sayfasına ulaşmak için buraya tıklayın.
Çizgi-romanın official sitesine ulaşmak için buraya tıklayın.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Sergi / "Mangayı Keşfet!" - Shounen Jump Manga Sergisi

Eveet, orgasms me olarak tanımladığım anime dünyasının çok büyük bir kısmını kaplayan Shounen Jump şirketinin, "Manga Kültürünün Tanıtımı" amacıyla düzenlediği güzel sergi animeseverlerin mutlaka görmesi gerekenlerdendi.

Hani bana tanıtmaya gerek yoktu ama gitmeden edemezdim.

Naruto, One Piece, Bleach gibi aşmış animelerin tanıtım gösterimleri yapıldı.
12-17 yaş arası gruplara "Kendi Manga'nı Yarat!" adlı manga çizim dersleri verildi.

İstanbul Modern'de bulunan serginin girişi 10 TL, öğrencilere 5 TL idi.
Perşembe günleri ücretsiz olduğundan dalıverdik.

Ana mekanda çok ünlü mangaların ilk iki sayısı okunmaya hazır bulunuyordu. Göz atmak çok eğlenceli idi.




İleri doğru Naruto'lu paravan vardı, alıp götüresim geldi he.




Kakashi-sensei'ye özel zoom eheh,



Serginin ilerleyen kısımlarında bu mangaların, anime versiyonlarından güzel resimler vardı. Gerçekten güzeldiler. Örneğin Death Note resminin yanında suçlular gibi resim çektirmek süper fikir la. (O resmi de koyamam.)




Manga karakterlerinin büyük boy maketleri vardı.
Mesela koca götlü Saskee;




Yanında Asyalı iki parmak hareketleri yapmalar mı dersiniz
ilanın karşısında şaldan Rasengan yapmalar mı dersiniz bilemem.



- Şaldan Rasengan yapma olayları -


Biraz daha ilerlediğinizde, Naruto'nun Kage Bunshin'lerini öldürebileceğiniz harika bir oyun standı kurmuş olduklarını görebilirdiniz.
Çok basit olsa da accayip eğlenceliydi.
- Zira Sai'ye gıcık olduğum zamanları hatırlayıp iki tane yapıştırdım. -



Çıkarken size One Piece'in örnek mangasını ve bardak altlığını veriyorlar.
Öyle eğlenceli ve güzeldi yani.

Kaçırdığınız için üzülüyor olmalısınız, olsun Anime Günleri var sırada.

Haydi ganbatte.

Sergi / 선비 사랑 - Bilge Sevgisi Resim Sergisi

Ünlü Koreli ressam Jong-Ha Byun'un 'Kore'nin çam ağacı' olarak tanımladığı öğrencisi Jun Kwon'a ait resim sergisi.

Önemli ressamlardan biri olan Jun Kwon'un 선비 사랑( Seonbi Sarang) yani Bilge Sevgisi adlı sergisinde yaklaşık 30 eseri gösteriliyor.

8 Kasım'da bir kokteyl ile açılşı yapılan sergi, dün öğle saatlerinde sona erdi. (Kaçırdım dün!)
Levent'teki Beşiktaş Belediye Binası'nda sergilendi.


Jun Kwon hakkında biraz bilgi için;

Kore’nin kültür başkenti Andong şehrinde dünyaya gelen Jun Gwon, açtığı eşsiz kişsel sergileri ile dahi bir ressam olarak kabul edilmiştir. Jun Gwon, halen meleketinde aktif olarak faaliyetlerine devam etmektedir. Aramızdan ayrılmış olan ünlü Kore ressam Jong-Ha Byun, öğrencisi Jun Gwon’un kişlik ve çalışma nitelikleri hakkında ‘Kore’nin çam ağacı’ şeklinde övgü ile bahsetmiştir.
Gwon, bu sergideki eserlerini oluştururken Andong şehrinde dünyaya gelen Kore bilgelerin temsilcisi Hwang Lee, Andong’un Hahoe köyü ve dünyaca ünlü Hahoe maskesini çalışma konuları olarak değerlendirmiştir.


Ücretsiz olan sergi, görülmesi gerekirdi.

Sergi / Body Worlds

Body Worlds,
Alman biyolog Gunther von Hagens'ın bağışlanmış kadavraları ve hayvan bedenlerini özel bir yöntem ile kurutup sergilediği bir sergi.

Dünyanın her tarafını gezen Body Worlds sergisinin daha farklı kardeşleri de var. Sadece kalp üzerine kurulu bir sergi var mesela Amerika'da. Ya da sadece hayvanlar üzerine kurulu bir tanesi de var.


Biyolog Gunther von Hagens


Bu özel yöntemin adı plastinayon. Yani; Kadavradan Heykel Yapma Sanatı.
Kısaca, ölüleri hem en iyi şekilde muhafaza etmek, hem de onları istediği gibi şekillere sokabilmek amacıyla vücut sivilari ve yağlari yerine damarlara silikon, kauçuk ya da polyster enjekte edilmesi. Sonra da vücut özel bir sıvının içinde bekletiliyor. Kırmızı pembe gibi bir renge sahip bu sıvı.

Plastinasyon hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz;
buraya tıklamanız yeterli.

Gelelim sergiye..

Sergi tanıtımdan 204 bedenden bahsediliyordu, ancak Antrepo'ya gittiğinize fazla beden olmadığını görürsünüz. Görmeye değer parçalardan biri bi' tavşanın tüm atardamar yapısından oluşan bir plastinat idi.
Fakat çok fazla sarsıldığı için büyük bir bölümü zarar görmüştü.

İnsan bedenini, bütün kasları, anatomisini güzelce görebiliyorsunuz;




Biyoloji ve anatomi sevenlerin görmesi gereken bir sergi.
Biz ikisini de sevmemize rağmen 20 dakikada gezdik. Sanırım çok fazla şey beklediğimizden.

Serginin en güzel kısımlarından biri de, bir bebek embriyosunun gelişimini çok ayrıntılı bir biçimde görebilmeniz.
Tırnak büyüklüğündeki zigotun nasıl geliştiğini görmek harika.

Bir diğer süper taraf ise, insan bedeninin milimetrik incelikte boyuna kesilmiş kısımları incelemek.




Sergide özellikle görmek istediğim bir kaç plastinat vardı fakat Türkiye'de olmadıklarını öğrenmek acı vedri lan resmen.

Birincisi hamile bir anne bedeni idi;




İkincisi ise develerdi;





Ama zürafa görmek bile yeteri kadar ilginçti. İnanın bana kocamandı. Devasa idi! Muhteşemdi.




Bedenler açıkta olduğu için dokunabiliyorsunuz. Kimse görmeden yapmanızı tavsiye ederim.
Sergiden çıktıktan sonra bir sigara paketini çöpe atacağınızı çünkü sergiden çok etkileneceğiz söyleniyordu, tırışka.

Çıkışında 10 dilim pizza yedim. Pek etkilemedi.


Serginin ikinci eğlenceli tarafı ise anı defterine yazılanlardı.
Anı defterine bir şeyler saçmalayanlara cevap verdik.

Örnek;
"Ya Allah'ım bedenlerini verenler inşallah cennete girmiştir."

- Hesi cennette yavrum. İmza: Allah

İnci sözlüğün ne kadar yaygın olduğunu şöyle gördük;
"cCc body worlds cCc adamlar yapmış abi"

Komikti.

16 Aralık'a kadar Antrepo 3'te sergilenmeyi beklenen Body Worlds'e gitmenizi tavsiye ederim. Ama görmeden yaşamayın demem.
Açıkçası 20 TL'ye değmezdi.

Antrepo 3 Tophane'de İstanbul Modern'in içinde.


Bir kaç ince detay,
sergiye girdikten sonra çıkarsanız bir daha giremezsiniz. Ona göre gezin.
Bilet alırken saat belirtmenize gerek yok, istediğiniz zaman gidebilirsiniz.
Telefonla girilmez deniliyor, telefonla girebilirsiniz ama telefonu kullanmamak şartıyla.

Haydi kolay gelsin.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Röportaj / 2006 Rota Dergisi Uğur Yücel Röportajı

Bu röportaj okulum Rotary 100.Yıl Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından 2006 yılında "Uğur Yücel" ile görüşülerek yazılmıştır.

1) Nerede ve ne zaman doğdunuz?
- Kuzguncuk. 8 Eylül 1957.

2) Anne ve babanızın adı?
- Muazzez ve Sabri.

3) İsminizin bir hikayesi var mı?
- Babam Onur ya da Umur istemiş. Annem de Uğur olsun bari demiş.

4) İlk çocukluk yıllarınızı nerede geçirdiniz?
- Kuzguncuk'da.

5) Çocukluk döneminize ilişkin anlatılan en belirgin özelliğiniz neydi? Nasıl bir çocuktunuz?
- Önceleri hep izleyiciydim. Katılımcı değildim. Farklı bulurdum diğer çocuklardan kendimi. Hep kendimi büyük zannederdim. Çocuk rolü yapıyormuşum gibi. Detay düşkünlüğü, analiz yeteneği. Ve taklitçilik. Babamlar en çok bunlara takılmışlar.

6) İlk çocukluk yıllarından belleğinizde kalanlar neler? (Nasıl bir ortamda geçti çocukluğunuz?)
-

25 Temmuz 2010 Pazar

Sergi / Efsane İstanbul




Efsane İstanbul.
Bir Başkentin 8000 Yılı.
Bizantion'dan İstanbul'a 8000 yıllık bir hikaye.


İstanbul neyken ne olmuş demek çok şaşırtıcı geliyor insana. 8000 yıl... Dile kolay.

Marmaray kazılarıyla birlikte ortaya çıkan eserlerle daha da geriye giden İstanbul tarihi insanı büyülemiyor değil hani.
Yaşadığım şehri bir zamanlar yaşayanlardan görmek çok hoştu.

Başlarda doğu kenti olan İstanbul Bizans'ın bölünmesiyle bir başkent haline geliyor.
Daha sonra Roma İmparatorluğunu ağırlayan İstanbul'a son uğrayan Osmanlı oluyor.

Her bir medeniyetin kendince bıraktığı izleri görüyoruz sergide.
Bizans'tan kalan yadigarlar,
Roma'dan ödünç aldığı isim,
Osmanlı'nın bıraktığı onca kubbe ve zarar...

Zarar dedim çünkü kendinden önceki hristiyan devrini kapatan Osmanlı, o dinin ve kültürün tüm eserlerini de ortadan kaldırmış. Kiliselerdeki tüm o kabartmalar ve canlandırmaların yüzleri harap olmuş bir halde.

Sergide tüm o Apollo, Athena heykelleri, Pegasus başlı kolonları ve tanrılara adanmış eşyaları görünce Antik Yunan mitolojisini İstanbu'da hissetmek heyecan verici.

Serginin en muhteşem yanlarından biri ise yapay kubbe olsa gerek.
Son teknolojiyle hazırlanmış normalden küçük yapay bir kubbenin içinde, İstanbul'un en güzel kubbelerinin resimleri yansıtılıyor.


- Yapay Kubbe'den bir kesit -


Böylece gerçekten oradaymış gibi görüyorsunuz.
Hele ki arkada çalan o ruhani müzik ve loş ışık...
Atmosferi daha da güzelleştiriyor.


İsa'dan sonra 4. - 5. yüzyıllardan kalma bir yelpaze vardı.
Evet, yelpaze. İşin tuhaf tarafı, bu yelpazenin "demirden" olması.
Demir yelpaze arkadaşımın "Olm adamlar kasmış resmen fkdashfsa." demesine sebep oldu ki bayağı bir güldük.

Benim en çok beğendiğim parça ise Helenistik dönemden kalma takılar oldu.
Onları gerçekten o haliyle görmek insanı büyülüyor resmen.
Hiç bozulmamış. Bir zamanlar kraliçelerin taktığı o göğüslükler...

Serginin başlangıcında, İstanbul'un Antik Yunan mitolojisi inancından Hristiyanlığı kabul eden kraldan sonra eserlerin ve kültürün, bir jenerasyonda nasıl değişebileceğini görüyoruz.
Alt katlardaki sergi salonlarına indikçe Osmanlı'dan miras kalan eserleri görmek mümkün.
Fatih Sultan Mehmet'in kaftanı ve kılıcı gibi.
İstanbul'u kazandığı o kılıç...


- Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethederken kullandığı kılıcı -


Bir heykel aşığı olarak söyleyebilirim ki, beni benden alan bir heykel vardı.
II. Valentinianus heykeli. Tam boy. Çok az zarar görmüş bir şekilde karşımdaydı.
Dimdik duruyordu. Bir zamanlar Constantinapolis'e hükmetmiş inci başlıklı bu adama bakıyordum.

- II. Valentinianus Heykeli -


Yağmalarla, el değiştirmelerle, Haçlı Seferleri ile yerinden ayrılan tüm eserler yurduna döndü bu sergi sayesinde.
20'den fazla ülkeden getirtilen eserlerle Topkapı Sarayı'ndan ve Arkeoloji Müzesi'nden ödünç alınan onca eserle birlikte 500'ü aşkın parça bulunmakta.

Eserlerden bir kaçı;











Sergi hafta içi hergün saat 18.00'a kadar açık. Pazartesi günleri kapalı.
Giriş ücreti,
Öğrenci için: 3 TL
Yetişkin için: 10 TL
4 Eylül'e kadar gezilebilir.

Daha fazla eser görüntülemek için Sakıp Sabancı Müzesi'nin resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Buraya tıklamanız yeterli.


*

Görülmeye değer.
Gezilesi.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Genel Kültür / Salatalık



Salatalık ne saçma bir isim değil mi?
Çorbalık ya da pilavlık diye bir şey duydunuz mu?

Asıl adı hıyar olan bu meyvenin anayurdu Hindistan olarak biliniyor.

Hindistan'daki "Cucumber"lar yani salatalıklar sarı ve yuvarlak bir şekilde.
Bunlara "Dosakai" adı veriliyor.



- Dosakai -

"Kekiri" ise Sri Lanka'nın kuru ve düzlük yerlerinde yetişen bir hıyar çeşididir. Genelde salatalarda kullanılıyor.


*

Salatalık, kahvaltıda olmazsa olmazlardan.
Domates'in sevgilisi.




Ortalama büyüklükteki bir salatalıkta yaklaşık 10 kcal bulunuyor.
Günlük 2000 kcal ihtiyacımız olduğu düşünülürse, ne kadar hafif bir yiyecek olduğunu anlayabiliriz.

Salatalığın % 90'ı sudur. Evet, bildiğimiz su.
Yani salatalık yemek sağlık için bayağı yararlı, ha?

Canınız bir şey çektiğinde bir salatalık kapın.
Açlığı bastırmada da işe yarar.




"Asıl sen onu tuzla yiyeceksin."
Bence de!!!



17 Temmuz 2010 Cumartesi

Müzik / BigBang - Gara Gara Go!



Gara Gara Go.

Big Bang'in 8 Temmuz 2009'da yayınladığı 2. Japonca single'ı.
Limited Edition Version şeklinde piyasaya sürülmüştür.

Daha sonra 19 Ağustos 2009'da,
"Big Bang" adında 2. Japonca stüdyo albümlerini çıkartmışlardır.




Eğer intro'yu saymazsak, Gara Gara Go, albümün ilk parçası sayılır.

Single'ın bir de Korece nakaratına sahip "Korean Version"u mevcuttur.

Müzik tarzı olarak dans ve hip-hop'ı benimsemiş olan Big Bang bu şarkısında açıkça coşmuş ve tüm V.I.P'leri coşturmuştur.

Şarkı sözleri Japonca denilse de, bir o kadar da İngilizce kullanılmış.

*

Şarkının en muhteşem yanı, T.O.P'nin zemin kısmındaki rap'i olsa gerek.

Orjinal MV için;





- Şarkı sözlerine ulaşmak için buraya tıklayın.


*

Korece nakarata sahip "Korean Version Gara Gara Go!" için;






Klipten birazcık sneak peak gelsin la;
(Daha büyük görüntülemek için resme tıklayın.)



Big Bang Rocks The Night.
Oh-Eh-Yoo.!!

Öpüldünüz V.I.P'ler...

15 Temmuz 2010 Perşembe

Müzik / Tohoshinki - This isn't googbye.

This isn't goodbye.

Yani;
W ~

JYJ üçlüsünün Yun-ho ve Chang-min için yazdıkları şarkı.
Söyledikleri alanda 50.000 Cassiopeia ile birlikte herkesi gözyaşlarına boğmuş olan şarkıdır aynı zamanda.

Bilindiği üzere Dbsk bir takım sorunlar sebebiyle bölündü.
Buna bir sonraki yazımda bahsedeceğim.

Bu bölünme en çok grup üyelerini üzdü. Her Cassiopeia bilir ki, onlar kardeşten de öteydi. Ve ayrı kalmaları çok canlarını yakıyor.

Bu acıyı en iyi şekilde dile getiren, Yoo-chun, Jun-su ve Jae-jang'a teşekkür ederim.





Son olarak;
This isn't goodbye.
We'll always keep the faith!
We'll always shine brighter than better before.

Keep in mind that I love you...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Film / Låt den rätte komma in (2008) - İnceleme

Filmin tanıtımı için buraya tıklayın.

- Uyarı: İnceleme bir çok spoiler içerir.!! -

Stockholm yakınlarındaki bir kasabada yaşayan Oskar, ezik, asosyal ve biraz da pısırık bir çocuk. Annesiyle babasının ayrı olması pısırık olmasındaki en büyük etken sanırım. Baba idolünün eksikliği şöyle bir tablo çıkartıyor karşımıza;


kendine güveni olmayan, savunmasız bir çocuk.
Ailesi ile arasındaki ilişkinin gayet iyi olması, filmin sonundaki terk etme eylemini çaresizlikten çok bir tercih haline getiriyor.

Dediğim gibi Oskar okulda sürekli itilip kakılan bir çocuk.
Fazla arkadaşı yok. Bir gün yan dairelerine bir "kız" çocuğu Eli ve babası(?) Hakan taşınıyor.
Başta bize gösterilen tablo bu. Oskar yalnızlığıyla birlikte bahçede oynarken Eli, ortaya çıkıyor.
Soğukta üşümemesi, farklı kokması ve tuhaf hareketleri Eli'yı korkutsa da(korkutmadan kastım çekingenlik.) Eli'ya sokulmaktan kendini alamıyor.

Eli ise filmin bir kısmında masum bir çocuk, bir kısmında ise bencil bir adam olarak betimleniyor.

Oskar ve Eli arasında bir etkileşim oluyor.
Tuhaf bir ilişkinin başlangıcı...
Hayır aşk değil, bir bağ.



Aralarındaki bağın kuvvetlendiğini hisseden Eli, Oskar'a "Eğer bir kız olmasaydım beni yine de sever miydin?" ya da "Ben bir kız değilim." gibi söylemleriyle bizi ikileme düşürüyor.
Ama ikileme düşen sadece bizleriz. Oskar ise kendinden emin.

Bu sırada Eli'yın beslenmesi için gerekli kanı tedarik etmeye çalışan Hakan bir çok kez başarısız oluyor. Hakan'ın Eli'ya karşı duyduğu, biraz pedofili sayılabilecek sevgi onun sonunu getiriyor.
Dediğim gibi yönetmen insanlığın en karanlık kuyularındaki huylarını çıkarıyor.

Hakan'ın yüzünün asit dökmeden önce zaten deforme oluşu, Eli'yın Oskar ile görüşmesine karşı çıkışı, onun Eli için beslediği aşkı gözler önüne seriyor. Kim böyle bir şeyi başkası için yapabilir ki?
Nasıl bir bağ var ki aralarında en sonunda kendini hiç düşünmeksizin Eli'ya teslim edebiliyor?

Eli, sadece soğuk. Film de yaratılan atmosfer kadar soğuk. Sadece beslenmek istiyor gibi dursa da, mahallenin sakinlerinden Jocke'yi öldürdükten sonra ağlaması, vampir olmasının ardından yüzyıllar geçse bile kendi doğası ile hala bir çelişki içerisinde olduğunu gösteriyor.

Oskar ise nefret ve kin ile dolu.

Yönetmen bir insanın içindeki öldürme isteğini bir çok taraftan ele alıyor. Filmin başlangıcındaki ilk sahnelerde Oskar'ın kendi kendine, birine zorbalık yapıyormuşçasına ağaca saldırmasını görüyoruz.

- Oskar gibi, nefretini açığa çıkarmak, intikam almak ve bundan zevk alan bir öldürme isteği.




- Eli gibi beslenmeden ötürü olan, kesinlikle istemediği ve kendisiyle bir çatışma haline girmesine sebep olan bir öldürme isteği. İlerleyen sahnelerde Eli'yın Oskar'a "Sadece bir defalığına 'ben' ol." demesi içinde bulunduğu durumun çaresizliğini yeteri kadar gözler önüne seriyor olsa gerek.




- Hakan gibi aşık olduğu kişinin varlığını sürdürebilmesi için, başkalarının varlıklarını sona erdiren bir öldürme eylemi.




Eli ile Oskar birbirlerinin hayatlarındaki temel taş olma yolunda ilerliyor. Eli Oskar için yalnızlık tünelinin sonundaki ışık, Oskar ise Eli için onu besleyecek bir aşık..

Bu sahnede de açıkça görebiliyoruz ki; Eli'yın hayatına kim girerse girsin hep arka planda kalıyor. Çünkü onun için beslenmek daha önemli ve hayatına giren kişi sadece bir aracı.




Bu ikisinin ilişkisi, eskisini yani Hakan ile Eli arasındaki bağı zedeliyor.
Eli'yın bencilliğini burada açıkça görebiliyoruz.
Bu sahnede de görüldüğü gibi Oskar'a yönelen Eli, Hakan'a sırtını dönüyor ve onu gözden çıkarıyor;




Oskar, Eli ile kan kardeşi olmak istiyor. Kana dayanamayan Eli kaçıyor ve bir kadını ısırıyor. Kadın bir şekilde hayatta kalıyor ve vampire dönüşüyor.
Onun çıldırdığını düşünen partneri hastaneye yatırıyor.
Kadın neye dönüştüğünü anlayınca içinden çıkılamaz bir duruma doğru sürükleniyor.
O kadar ki ölümü arzuluyor. Bir ricası ile buna kavuşuyor.



Canavara dönüşmektense ölmek...
Yönetmenin sadece 50 saniyeye sığdırabildiği müthiş dram.

Daha sonra aralarındaki bağ, Oskar'ın Eli'yın bir vampir olduğunu öğrenmesi ile geriliyor.
Oskar'ın her ne kadar içinde potansiyel bi' canavar bulundursa da, (ki bu canavarı Conny'nin kulağını patlarak ortaya çıkarmıştı.) Eli'yın olduğu şeyden korkuyor. Çünkü onda kendini, henüz bir şeyleri gerçekleştirmemiş kendini görüyor.
Eli ise bunu anlayıp, "Ben senim." diyor.
"İkimizde öldürüyoruz ama sen zevk alıyorsun."

Oskar, Eli'yı çıplakken görüyor. Ve bu sahnede Eli'yın daha önceden "hadım" edildiğini görüyoruz. Sorduğu soruların ise arasındaki bağı değişmez kılabilmek için bir kontrol olduğunu anlıyoruz.

Bu sırada Kasabadaki ölümler daha çok fark edilir hale geliyor. Şüphelenen biri Eli'yın evine sızıyor ve onu öldürmeye çalışıyor.
Oskar, Eli'yı kurtarıyor. Bu kurtarma girişimi eve giren adamın ölümüyle sonuçlanıyor.
Eli onu öldürürken, kameranın kapıdan uzaklaşması ve kapının git gide kapanması, ortadaki çaresizliği ve hiç bir çıkış yolu olmamasını gösteriyor. Çünkü bu ölümle Oskar, Eli'ya sonsuza kadar bağlanmış oluyor.

Eli işlerin çığrından çıktığını anlayınca Oskar'ı bırakıp yaşayabileceği bir yere gidiyor.
Yalnız kalan Oskar idare etmeye çalışsa da, tekrar saldırıya uğruyor.
Aralarındaki bağ Eli'yı Oskar'ı kurtarmaya yönlendiriyor.

Filmin sonundaki kısmi massacre sahnesi ise yönetmenin kanı dozunda kullandığının kanıtı.



Filmin sonunda ise, arkalarında bıraktıkları bunca ceset ile, Eli ve Oskar'ı bir trende mutlu mesut görüyoruz.
Hakan'ın sonu, Oskar'ın başlangıcı oldu ama Oskar'ın sonunu ne getirecek?

Bu iki karakterin kaderleri arasındaki benzerlik, Eli'yın onları kullanma eğilimi, bencilliğini ön plana çıkaran etkenlerden.


Filme şöyle bir bakacak olursak;
Diğer tüm vampir yapımlarından farklı.
Diğerlerinde olduğu gibi günümüzün aksiyon dolu aşk maceraları değil, 80'lerin soğuk bir kış günündeki mütevazi bir monotonluk hakim.
Vampirimiz Eli'yın uçabildiğini yürüyebilmek gibi basit bir eylemmişçesine söylemesi mütevaziliği ön plana çıkarılanlardan.
Öldürme iç güdüsünün, isteğinin nelere dayandığını, sevgilerin nasıl bağlar kurduğunu gösteriyor.
Gerek eşcinsel bir ilişki, gerekse pedofili bir sevgi ile insanların iç dünyasındaki karanlıkları 12 yaşındaki bir çocuğun gözlerindeki masumiyet ile tamamlıyor.
İnsanın içindekileri ortaya döküp, sadece 30 saniye içinde tek tek kritiğini yapan bir film.

İzlenmesi gereken bir film.

Film / Låt den rätte komma in (2008) - Tanıtım



Låt den rätte komma in / Let The Right One In / Gir Kanıma.

2008'e damgasını vuran, bir çok festivalden ve yarışmadan ödülle dönen bir yapım.
İnsanlığın en karanlık yanları ile çocuk masumiyetinin harmanlandığı bir yapım.

*

Film aslında "Låt den rätte komma in" adıyla 2004'te yayınlanmış bir kitaptan uyarlanmış.


(Kitabın ön yüzü)


Kitabın yazarı olan John Ajvide Lindqvist, bir önceki kitabında olduğu gibi mekanı ve atmosferi soğuk ve karlı örtülü bir gizem olarak tutmuş.

Kitap her ne kadar "Twilight" kadar patlama yapmamış olsa da, yayınlandığı çevrede gerekli dikkati üzerine çekebilmiştir.

Film ise, bahsettiğim gibi; gittiği festivallerde jürileri etkilemekte hiç de zorlanmamış.

Bu yapımı "korku filmi" olarak sınıflandıranlar bulunsa da, film tamamen psikolojik bir yapım olma özelliğinden hiç bir şey kaybetmiyor.

Vampir konusu sinema tarihinin başlangıcından beri işlenen bir şeydi.
En iyi yapımlar, her zaman en "farklı" olanlar oldu.
Bu film için söyleyenecek bir şey varsa, o da "farklı"dır.

Konusu ise;
yalnız bir çocuk olan Oskar'ın, vampir Eli ile tanışması ve aralarında geçenlerin oluşturduğu bağın, insanca sorgulanmasıdır.


Trailer'ı için;





Filmden kareler;








- Filmin orjinal sitesine ulaşmak için buraya tıklayın.
- Filmin IMDb sayfasına ulaşmak için buraya tıklayın.